Bölüm 3: (Okulda son perde)
Okulun kırık dökük parke taşlarıyla döşeli, duvarları nemden çürümeye yüz tutmuş, terkedilmiş bir hastane bahçesini andıran avlusunda tüm öğrenciler toplanmış tam tepelerinden onlara bir cehennem azabı gibi gülümseyen güneşin altında beklemeye koyulmuşlardı. Hayat damarları kurumuş bir dosta karşı son görevi yerine getirmek için toplanan bu insan yığını kısadan uzuna doğru iki sıra halinde dizilmişti.
Okul müdürü Arif Bey yirmi seneyi aşkın süre öğretmenlik yaptıktan sonra 'ben bir yirmi sene de müdürlük yaparım' demiş, dediğini de yapmıştı. Çevresinden gelen 'artık şu eğitim sisteminin yakasından düş. Emekli ol da gençlerin önü açılsın.' şeklindeki uyarılara elindeki bayram şekerlerini kardeşiyle paylaşması istenen küçük bir çocuğun mızmızlığıyla cevap veriyordu. ' Banane kardeşim. Sanki gençlerin önüne çivili barikat döşedim. Hem müdürlük görevi öyle çoluk çocuğun eline verilecek iş değil. Müdürlük yapmak için evvela belirli bir yaşın ikamesi mecburidir. Sıhhatim imkan verdiği müddetçe vazifemi ifa edeceğim.' diyordu. Merdivenleri çıkmaya bile takati olmayan bu nostaljik görünümlü radyo kılıklı adam bu haliyle eğitim sisteminin yeniliklere karşı dik duruşunu simgeliyordu. Kullanmakta pek mahir olmadığı mikrofonu eline aldı. Mikrofonun orasını burasını karıştırır gibi bir önüne bir arkasına çevirdi.
- Ulan teknoloji de epey gelişti ha! Önceden olsa sesimi duyuracağım diye malum mercilerimi yırtardım. Nerden açılıyordu bu şey?
Bunları söylerken sıcaktan iyice bunalmış topluluktan gülüşme sesleri geldi. Müdür önceleri ne olduğunu anlamasa da sonradan mikrofonu açtığını ama bunun farkına varmadan bütün konuştuklarının duyulduğunu anladı. Bozuntuya vermeden konuşmasına başladı.
- Evet çocuklar, dedi sonundaki çoğul ekini usanmış bir tavırla uzatarak. Bir eğitim öğretim döneminin daha sonuna geldik. Şimdi size burada uzun uzun nutuk çekecek değilim. Zaten aklı başında olanlarınız ben söylemesem de doğru olanları yapacaktır. Doğru olan şey ise şimdiden KPSS'ye çalışmaktır. Zaten işin sonu dönüp dolaşıp KPSS'ye dayanmıyor mu? Aklı bir karış havada olanlarınıza hayat zaten gereken dersi verecektir, onlara diyecek lafım, ağrıtacak başım, yoracak çenem yok. Yani hülasa anlatmak istediğim herkes kendinden mesul bu dünyada. Ders çalışan da kendine çalışıyor canım bana çalışmıyor ya! Aman neyse hepinize iyi tatiller, diyerek herşeyden boşvermiş bir tavırla konuşmasını bitirdi.
Mikrofonu merdivende hemen arka basamakta dikilen Türk dili ve edebiyatı öğretmeni Tuğba Hanıma verdi.
- Siz de bir kaç şey söyleyin de gidelim. Gözünüzü seveyim hoca hanım kısa tutun konuşmayı da sıcakta fazla beklemeyelim. Zaten bunlar laftan anlamaz. Boş yere çok konuşup da kendinizi bari paralamayın.
- Tamam müdür bey diyerek kendisine uzatılan mikrofonu kibarca alan bu yeni atanmış öğretmen önce gırtlağını temizledi ve konuşmaya başladı. Mikrofonu ilk defa kullanıyor olacak başlangıçta bozuk sesler, kulağı tırmalayan cızırtılar duyuldu. Müdür Arif bey yardımcısından göz işaretiyle duruma el atmasını istedi. Müdür yardımcısının yardımıyla mikrofon nasıl tutması gerektiğini öğrenen genç öğretmen konuşmasına başladı.
- Evet arkadaşlar. Pek çoğunuzla tanışma fırsatım olmadı ama hepinizin çok iyi çocuklar olduğunuzu biliyorum.
Eyvah dedi müdür iç çekerek. Böyle başladıysa en az bir saat konuşur bu kadın diye geçirdi içinden. Düşüncelerini sadece içinden geçirmemiş olacak Tuğba Hanım arkasında duran Arif beye döndü. Sorun mu var anlamında başını salladı. Müdür bey düşündüklerinin tam aksine hareketleriyle herhangi bir sorun olmadığı seklinde yok yok diyerek elini salladı. Genç öğretmen konuşmasına devam etti.
- Aslında biraz uzun bir konuşma hazırlamıştım ama kısaca birkaç şey söyleyip bitireceğim. Önce birkaç soru sorayım size. H.G.WELLS ismini duydunuz mu hiç?
Birkaç öğrenci dışında kimsenin eli kalkmadı.
- Peki? GEORGE ORWELL ismini de mi duymadınız?
Bu kez sadece bir öğrenci bu ismi duymuştu.
- JULES VERNE ismini duyalar kaç kişi?
Bu yazarın ismini duyanlar daha fazlaydı ama onlar da çoğunluğun arasında yok gibi duruyordu.
- Bu saydıklarım dünyaca ünlü bilim kurgu yazarları arkadaşlarım.
Bilim kurgu filmleri izlemeyi sevip sevmediklerini, hiç Türkiye'de çekilmiş bir bilim kurgu filmi izleyip izlemediklerini,herhangi bir dergiyi düzenli olarak takip ediğp etmediklerini ve daha birkaç soruyu daha sorduktan sonra devam etti.
- Bilim kurgu kitabı okunmayan, yazılmayan, bilim kurgu filmi izlenmeyen,çekilmeyen bilim kurguya ilginin olmadığı bir ülkede eğitim, adalet, ekonomi, insan hakları, bilim gelişmez. Ne olmak istiyorsunuz diye sormayacağım. Çünkü sizin kişisel olarak ne olmak istediğinizden çok hepimiz ne olmak istiyoruz? Toplum olarak bir hayalimiz var mı? Bırakın aramızdan bazıları okusunlar ve kendilerini kurtarsınlar. Bırakalım da bazılarımız sadece kendini düşünsün. Böylelerine hak veriyorum. Önünüze başka bir seçenek sunulmadı. Pek çoğunuz ailenizden 'sen onu bunu bırak da kendini kurtarmaya bak. Herkes kendini kurtarır sen ortada kalırsın demedi deme. ' türünden cümleleri hayatınız boyunca duydunuz. Peki sonra? Hiç bri an olsun oturup da ' Bu dünyadan gideceğim zaman arkamda ne bırakacağım? Bu dünyadan bir ben geçti ama bunu nereden bilecekler? Sadece bir mezar taşı mı anlatacak ardımızdan gelenlere hikayemizi? diye düşündünüz mü?
Daha önce hiç bu türden sözleri duymamış öğrenciler ve törenin bitmesini bekleyen diğer öğretmenler bu sözlerin neden sarfedildiğini anlamadılar. Daha dün üniversiten mezun olmuş genç bir öğretmen çıkmış alışılmış kalıpların dışında bir şeyler söylüyordu. Ne gerek vardı böyle şeylere? Bu soruları sormakla hangi amaca ulaşmayı düşünüyordu? Derdi neydi? Maaşını alıp yatamıyor muydu? Hem bilim kurguyla okulun kapanış töreninin ne ilgisi vardı? Ah bu gençler böyle yaldızlı kelimelerden, pırlantalı cümlelerden, platinyum kaplı paragraflardan niye bu kadar hoşlanıyordu?
Tuğba hoca konuşmasını bitirdi. Elindeki mkrofonu müdür yardımcısına uzatırken 'biraz fazla konuştum galiba kusura bakmayın' dedi. 'Biraz öyle oldu ama olanla ölene çare yok hocam' cevabını aldı.
Son sözü müdür yardımcısı söyledi. 'Allah sizi bildiği gibi yapsın' dedi ve okulun en emektar öğetmenlerinden müzik hocası Hulusi istiklal marşını söyletmek için merdivenleri tırmandı. Elini bir indirip bir kaldırarak yaptığı hareketlerle bu yaşlı adam hayatın iniş çıkışlarla dolu bir beste olduğunu, önemli olanınsa düştükten sonra yeniden kalmak cesaretini kendinde bulmak olduğunu anlatır gibiydi.
Müzik bitti. Herkes dağıldı. Okul bahçesi şimdi yaz sıcağına karşı ikindi sonlarında beliren hafif rüzgara emanetti.
Yorumlar
Yorum Gönder